Devrimlerimizin temeli: Laiklik

Atatürk çıkarcıların, cahillerin ve yobazların elinde bir kazanç aracı, bir hurafeler, batıl inanışlar dolabı haline gelmiş, yüzyıllardır her türlü ileri atılıma, ileri düşünceye engel olan dinin çürümüş, bozulmuş zavahiri ile savaştı. Atatürk dinle değil, din adına oynanan trajedi ile din adına ulusu medeniyet dünyasından ayıran, ulusu cahil bırakan, geri bırakan, yoksul bırakan kafa ile düşünce ile inanışla savaştı.
 
Tanzimat'taki Islahat hareketleri niye başarılı olamadı! Çünkü teokratik temel ve düzen üzerine Batı medeniyeti kurulmak istendi. Bu iki karşıt kutup birbiriyle birleşemezdi, kaynaşamazdı. Tanzimat kurumlarında her alandaki ikilik buradan geliyordu. İşe temeli temizlemekle başlamalı idi. Atatürk'ün dediği gibi:
 
''Fikirler manasız, mantıksız safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastadır. Keza içtimai hayat, akıl ve mantıkla ilgisi olmayan faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felce uğrar. Evvela fikir ve içtimaiyat kuvvetlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak lazımdır.''
 
Başarılması gereken dava bu idi. Bu sebeple din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, dinin asla devlet ve dünya işlerine karıştırılmaması ve herkesin inanışında serbest olması lazımdı. İşte laiklik bu idi ve hiç vakit kaybetmeden devletin laik olması gerekti.
 
Bu bakımdan Cumhuriyet'in en büyük eseri laiklik devrimidir. Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, devrimcilik ancak laik bir düşüncenin temelleri üzerinde yükselebilir.
 
''Bütün yurttaşların kanun karşısında eşit tutulması'' demek olan halkçılık ancak laiklikle mümkündür. Çünkü içinde çeşitli dinlere bağlı uyrukları toplayan bir devlet, din ve dünya işlerini tamamıyla birbirinden ayırmayacak olursa, her din mensubu için ayrı ayrı kanunlar uygulamak zorunda kalacaktır ki, bu durum, bütün fertlere kanun karşısında eşit muamele yapmayı imkânsız kılacağı gibi devletin siyasi bütünlüğünü de tehlikeye düşürecektir.
 
''Memleketimizde geri kalmış hayat düzeninin tasfiyesi ve yerine ileri medeniyet kurumlarının konması'' demek olan devrimcilik de ancak laiklikle mümkündür. Ümmet zihniyetinin değişmez ve taşlaşmış akidelerine sıkı sıkıya bağlı bir devlet nasıl olur da devrimci olabilirdi. Hangi kuvvet şer'i hukukun yerine medeni hukuku getirebilir, harf devrimini, şapka devrimini yapabilir, tekkeleri kapatabilirdi.
 
Yalnızca İslami bir milliyetçiliği kabul eden bir dinin etkisi altında bulunan bir devlet, gerçek milliyetçiliği nasıl yer verebilirdi!
 
Bütün devrimlerimizin temeli olan laiklik zedelendiği anda, bu temel üzerine kurulmuş olan bütün devrim düzenimiz büyük bir çöküntüye uğrayacaktır.
 
Sonuç olarak diyebiliriz ki, laiklik yani fikir ve vicdan hürriyeti, bütün devrimlerimizin temeli, ruhu, özü, hatta kaynağıdır.
 
Laik olmayan bir devlet, demokrat olamaz. Çünkü demokrasinin ilk şartı, fikir ve vicdan hürriyetidir.
 
Laik olmayan ulusun bağımsızlığının da bir anlamı yoktur. Çünkü bayrağı hür, fakat fikir ve vicdan tutsak bir ulus, acınacak bir topluluktan başka bir şey değildir.
 
Hele laik olmayan bir ulusun hürriyeti ise tartışma konusu bile olamaz. Orada hürriyet, korkunç ve tehlikeli bir kelimeden başka bir şey değildir.
 
Şu halde memleketimizin selameti ve yürüdüğümüz olumlu yolların korunması ve daha da ileriye götürülmesi adına, asla tavizde bulunmayacağımız bir prensip varsa, o da laikliktir. Türk ulusunun hür ve bağımsız, medeni ve ileri bir memleket olabilmesi, ancak bu prensibe sıkı sıkıya bağlı kalmasıyla mümkündür.
 
Laiklik prensibinden şu ya da bu düşünce ile en küçük de olsa herhangi bir sapmada bulunmak, memleketi uçuruma ve ölüme sürüklemek olur.
 
''Tanrı ile kulun arasına girilmez'' atasözümüz, laikliğin Türk ruhundaki özlülüğünü ve köklülüğünü ne güzel belirtmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK'ÜN AMERİKALI KADIN GAZETECİ GLADİS BAKER'E VERDİĞİ MÜLÂKAT

Atatürk’ün Samsun’daki Evi

MADAM CORİNNE'E MEKTUBU