Kayıtlar

Kasım, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÇOCUKLUĞU GENÇLİĞİ

Atatürk, öğrenim çağına gelince Önce Hafız Mehmed Efendi'nin mahalle mektebinde (okulunda) öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti. Bir süre Rapla çiftliğinde dayısının yanında kaldıktan sonra Selanik'e dönüp okulunu bitirdi. Selanik Mülkiye Rüştiyesi'ne (ortaokul) kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda matematik öğretmeni adına "Kemal"i ilave etti. 1896–1899 yıllarında Manastır Askeri İdadisi'ni (lise) bitirip İstanbul'da Harp Okulu'nda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu, Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi' yi tamamladı. 1905–1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu, Manastır'a atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı;

CEPHEDE Trablusgarp ve Balkan Savaşları

1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumuyla başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla Tobruk ve Deme bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşı'nı kazandı. 6 Mart 1912'de Deme Komutanlığına getirildi. Ekim 1912' de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ataşemiliterliğine atandı. Bu görevdeyken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ataşemiliterlik görevi 0cak 1915'te sona erdi. Bu arada 1. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.

ÇANAKKALE'DE

1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez!" dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı' nı geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu yarımadasına asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan kuvvetleri Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6–7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda yeniden taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9–10 Ağustos'ta Anafartalar zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe , 21 Ağustos'ta İİ. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında 253 000 şehit veren Türk milleti onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyor

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA DİĞER CEPHELERDE

Resim
Mustafa Kemal, Çanakkale savaşlarından sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Ha-teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917 'de İsıl'a geldi. Veliaht Vahideddin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karli'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma yaptı 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918' de İstanbul'a gelip Harbiye Nezareti'nde göreve başladı. KURTULUŞ SAVAŞI'NA DOĞRU Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nu işgale başlamaları üzerine Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettiş

CUMHURİYET'İN KURULUŞU

Resim
23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclis 'in Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilafet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’yla bağlar koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şansız milletindir" ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.

DEVLET ADAMI ATATÜRK

Resim
Ulu Önder Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi Devlet ve Hükümet Başkanlığı seviyesindeydi. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927, 1931, 1935 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk' ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti. Atatürk, sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde kontrol etti. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, komutanlarını ağırladı. 15–20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.

İÇİMİZDEN BİRİ

Resim
Atatürk, özel hayatında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'te İzmir’de Latife Hanım'la evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 "tarihine kadar sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (inan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile , Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve Ihsan adlı çocukları himayesine aldı. Hepsine iyi bir gelecek hazırladı. 1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kız kardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Talih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, Rumeli türkülerine, güreşe aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan zevk alırdı. Sakarya adlı atıyla köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları dave

ATATÜRK DİYOR Kİ KÜLTÜR, EĞİTİM, BİLİM

Resim
Türkiye Cumhuriyeti'nin Temeli kültürdür. 1936 Kültür, tabiatın yüksek verimiyle mesut olmaktır. Bu ifade içinde çok şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık v.s... bunların hepsi insanlık vasıflarıdır. 1936 Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.1933 Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz. 1932 Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır. 1932 Güzel sanatlarda başarı, bütün inkılâpların başardığının en kesin delilidir. 1936 Sanatsız kalan bir millettin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. 1923 Sanatkâr, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.1932 Biz hepimiz milletvekili olabiliriz, bakan olabiliriz, hatta cumhurbaşkanı olabiliriz; ama hiçbirimiz sanatkâr olamayız. Böyle olunca sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür. 1930 Müziksiz

ATATÜRK VE ÇANKAYA

Resim
Atatürk, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldiğinde önce Ziraat Mektebi'nde, sonra da tren istasyonundaki Direksiyon denilen binada oturdu. Ankara Belediyesi 1921 yılında Çankaya'daki eski bir bağ evini, " Kasapoğlu Köşkü"nü satın alarak Atatürk'e armağan etti. Atatürk'ün Çankaya' ya yerleşmesiyle birlikte, Çankaya yakın dönem Türk tarihinde önemli olayların cereyan ettiği, önemli kararların verildiği bir mekân haline geldi. Atatürk, bugün müze olan köşkte Kurtuluş Savaşı'nın sıkıntılı günleriyle Cumhuriyet döneminin mutlu günlerini yaşadı. Annesi Zübeyde Hanım ve eşi Latife Hanım da bir süre burada oturdular. Kasapoğlu Köşkü, 1924 yılında Mimar Vedat ve Mimar Arif Hikmet Beylerin yaptığı ilavelerle bugünkü durumuna getirildi. 1926 yılında köşke kalorifer tesisatı yapıldı. "Pembe Köşk" olarak bilinen ikinci Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün planı Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister'e aittir. Yapımına

ATATÜRK ANITLARI

Resim
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, heykel tıraşlarımız büyük anıtlar yapacak kadar ustalaşmamışlardı. Bu sebeple, ilk Atatürk anıtları olan Sarayburnu (1926) ve Konya Atatürk Anıtları (1927) Avusturyalı Heinrich Krippel'e yaptırıldı. 1927 yılında Ankara'da Ulus Meydanı'na ve 1931'de Samsun'a dikilen anıt da aynı heykeltıraşa aittir. 1928 yılında yapılan İstanbul Taksim Cumhuriyet anıtıyla, İzmir Anıtı (1932) ve Etnografya Müzesi önündeki anıt (1927) İtalyan Pietro Canonica'nın eseridir. Türk heykeltıraşlarının yetişmesiyle yurdun dört bir bucağında Atatürk anıtları, büstleri yapılmaya başlandı. Kenan Yontunç , Ali Hadi Bara, Yavuz Görey , Hüseyin Anka Özkan, Hakkı Atamulu , Nijat Sirel , Şadi Çalık, Hüseyin Gezer, Ratip Aşir Acudoğu , Nusret Suman, İsmail Gökçe, Ferit Özşen , Zühtü Müridoğlu , Gürdal Duyar, Tamer Başoğlu , Haluk Tezonar , Tankut Öktem , Metin Yurdanur ve Metin Haseki en çok Atatürk anıtı yapmış heykeltıraşlarımız ara

ANITKABİR

Resim
Atatürk, Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine gömüldükten sonra Anıtkabir'in yapılması için 16 Aralık 1938 günü faaliyete geçildi. İki komisyon kuruldu. Anıtkabir'in Ankara'ya her yönden hakim Rasattepe'de yapılmasına karar verildi; 1939 yılında yeri kamulaştırıldı; 1941 yılında uluslararası proje yarışması açıldı. Yarışmaya Türkiye'den 20, Almanya'dan 11, İtalya'dan 7, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya' dan olmak üzere 49 proje katıldı. Uluslararası jüri, 1942' de yaptığı değerlendirme sonucunda, Ord . Prof. Emin Onat-Doçent Orhan Arda, Alman Prof. Johannes Kruger ve İtalyan Arnoldo Foshini'nin projelerini birinci seçildi ve bunlardan Emin Onat-Orhan Arda ekibinin projesinin uygulanmasına karar verdi. 9 Eylül 1944'te temeli atılan Anıtkabir 1953'te bitirildi ve aynı yılın 10 Kasım günü Atatürk'ün naşı muhteşem bir törenle Etnografya Müzesi'nden alınarak Anıtkabir'deki ebedi

İlk kalp krizi cumhurbaşkanı olduktan 12 gün sonra gelmişti

Muhalif İkdam gazetesi hemen söylentileri haber yapmış ve hükümetten açıklama istemişti. Beklenen açıklamayı 17 kasım günü Haydarpaşa'ya inen Doktor İrdelp yaptı: "Gazi Paşa, fazla mesaiden dolayı biraz yorgunluk belirtileri göstermişlerdir, ancak kısa bir istirahatten sonra sağlık durumları normale dönmüştür" dedi. Kamuoyu bu açıklamayla rahatladı. Ama onu yakından tanıyanlar tatmin olmadılar. Çünkü kalbin dinlenmesi için kesin istirahat ve perhiz gerekiyordu. Oysa Ata'ya bunları yaptırmak her babayiğidin harcı değildi. Doktorlar, söz geçiremeyeceklerini anlayınca bu işi Latife Hanım'a havale ettiler. Latife Hanım, Köşk'ün hizmetçilerine kesin talimat vererek kahve servisine ambargo koydu. Sigarayı ise 10'la sınırladı. Gazi'nin tabakasına her sabah 10 sigara koyuyor ve bununla yetinmesini rica ediyordu. Fakat o, ne yapmış etmiş, muzip bir çocuk gibi Köşk'teki hizmetçilerden birini kandırıp, kendisi için yaptırılan özel sigaralar

BİRLİĞİ SAĞLAMAYA YÖNELİK ATILIMLAR

Cumhuriyetin ilanından önce saltanat kaldırılmış, fakat çağlar boyu onun ayrılmaz bir parçası olan hilafet saklı tutulmuştur. Bu, ulaşılmak istenen ulusal birliğe, ulusal topluma ters düşen bir otorite kaynağıdır. Bir yandan toplum uluslaşma sürecine sokulmak istenirken, öbür yandan ulusu değil, ümmeti öngören, dinsel birlik simgesi olan "hilafet" i ve "halife" yi yaşatmak, bu kurumu devlet ve toplum yapısı içinde bulundurmak çelişkili bir durum yaratacak, uluslaşma sürecini engelleyecekti. Bunun için cumhuriyetin ilanından dört ay sonra hilafet de kaldırılmış, böylece dinsel hizmetler devlet örgütü içinde hükümete bağlanmıştır. Bu atılım birlik sorunu ile ilintili olduğu kadar otorite sorunuyla da ilişkilidir. Cumhuriyet ör:cesi dönemde ülkedeki eğitim örgütünde laikliğe, ulusal eğitime ters düşen okullar vardı. Azınlıkların okulları, dinsel okullar, tekkelerdeki mezhep, tarikat eğitimleri, yabancı ekinleri aşılayan, yabancı dilde öğretimi sürdüren

OTORİTEYİ KURMAYA YÖNELİK ATILIMLAR

Atatürk devrim atılımlarının birlik sağlamaya yönelik uygulamalarının bir bölümü aynı zamanda çağdaşlaşma eyleminin otorite sorunuyla da ilgilidir. Önceki kesimde incelenen hilafetin kaldırılması, eğitimde birlik, 1924 Anayasası, tekke, zaviye ve türbelerin yasaklanması, çağdaş yasaların çıkarılması, anayasanın laikleştirilmesi, ulusal birlik yaratma, uluslaşma uygulamalarıdır. Bu atılımlar uluslaşmaya, ulusal birliğe katkıları oranında istemin otorite sorununa da çözüm getirmektedir. Halife dinsel bir otoritedir; fakat laik, çağdaş toplum siyasal otoritenin yanında bir ikinci dinsel otoriteyi reddeder. Etkin, güçlü bir siyasal sistemde din gibi yaşayan toplumsal bir kurumun başında, gücünü dinden, ümmetten alan, etkisi ve görev alanı ülke sınırların otoritenin bulunması siyasal otoriteyi sarsar, azaltır, otorite çatış;tıasına yol açar. Otorite çatışması etkin, güçlü siyasal bir otoriteye gereksinimi olan çağdaşlaşma eylemini durağanlaştırır, dahası devrimin yozlm;rnasına

EŞİTLİGİ GERÇEKLEŞTİRMEYE YÖNELİK ATILIMLAR

Her devrimin aşılması en güç sorunu eşitlik konusudur. Saltanat, hilafet, tekke, zaviye, türbe, geleneksel dinsel otorite odakları, sanlar kaldırılıp yasaklanabilir; kişiye yasalarla haklar sağlanabilir; yasa önünde herkesin eşit olduğu belirlenebilir. Fakat tüm bu çağdaş uygulamalara karşın eğer bir toplumeda kişi ekonomik yönden bağımsızlaştırılıp, mutlu özgür yurttaş düzeyine ulaştırılamazsa, haklar ekonomik içerikle güçlendirilemezse o sistemde birlik sorunu da, otorite sorunu da bütünüyle aşılmış olmaz. Her geleneksel toplumdaki toplumsal, dinsel otorite odaklan kadar ve belki de onlardan da çok etkinliği olan ekonomik otorite odakları vardır. Bunlar kişileri, yurttaşları yoksulluğu nedeniyle kendisim ve çevresine bağımlı kılar. Çağdaş toplumda devletin zenginliği kadar, kişinin zenginliği, mutluluğu da önemlidir. Geleneksellikten çağdaşlaşmaya yönelen ülke ise yoksul ülkedir. Ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, hızla sağlayacak olanaklardan yoksundur. Bunun için de bü

ATATÜRK'TEN SONRAKİ DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ

Ulusal çağdaşlaşma sürecinin Atatürk'ten, 10 Kasım 1938'den sonraki döneminin ilk yedi yılı II. Dünya Savaşı'nın çalkantıları, etkileriyle geçmiştir. Bu dönemde gerçi devlet savaş dışında kalmış, fakat savaş ülke ekonomisini etkilemiş II. Sanayi Planı 'nın uygulamaya konmasını engellemiş, yatırımlar büyük ölçüde durmuştur. Bu dönemin 1 950'ye kadar süren yıllarında çağdaşlaşma atılımları yönünden olumlu-olumsuz girişimler vardır. Üretime dönük öğretime yönelinmiş, köy enstitüleri bu yıllarda kurulmuş, ilköğretimde yaygın bir gelişme sağlanmıştır. Dönemin eşitliğe yönelik bir büyük adımı 1945'te çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Yasası, ikinci büyük adımı da çok partili yaşama geçiş; üçüncü ve çok önemli bir adım da 27 Mayıs 1 960 ordu eyleminin sonucu, çoğulcu bir siyasal düzeni, kişinin ekonomik, toplumsal, siyasal haklarına işlerlik ve içerik kazandırmayı öngören 1961 Anayasası'nın yürürlüğe konmasıdır. Gerçekte Türk devriminin önderi Mus

ATATÜRK İLKELERİ

Atatürkçülük 'te eylem ve düşün iç içedir; birbirinin destekleyicisi ve tamamlayıcısıdır. Atatürk devrim modelinde "birlik", "otorite" ve "eşitlik" sorunları, özellikle 'altı ilkc'de düşünsel yönünü bulmuştur. Kuşkusuz ulusal kimlik sorununun çözümü, ulus oluşturulması,u1us varlığının pekiştirilmesi ve "birlik" sağlanması için zorunluydu. "Otorite" sorununun çözümü ise devletin varlığı ve güçlülüğü için gerekliydi. "Eşitlik de çağdaşlaşma ve yurttaşlık durumunun sağlam sağlıklı bir temele oturması için çok önemli bir koşuldu. Atatürk devrim modelinin yeterli bir değerlendirmesi onun temel düşün kaynağı olan bu altı ilkenin incelenmesine bağlıdır. Atatürk devrim modelinin uygulama aşamaları olan "birlik", "otorite" ve "eşitlik" ile Atatürk ilkeleri arasında sıkı bir bağlantı ve ilişki vardır. Bu ilkeler her aşamanın nedenini oluşturmuş; o aşamaların uygulama sürecinde oluşma

ATATÜRKÇÜLÜK VE ATATÜRK DEVRİM MODELİ

Atatürk devrim modelinin özellikleri, dayandığı temel ilkeler ulusal bağımsızlık savaşında belirginleşmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün, bağımsızlık savaşını, bu savaşın niçin yapıldığını, hangi amaca yönelik olduğunu anlatan Büyük Söylev'i " 1919 yılı Mayısı 'nın 19'uncu günü Samsun'a çıktım" tümcesiyle başlar. "Daha İstanbul 'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun 'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar" olarak belirlediği amaç "Ulusal egemenliğe dayalı, bağımsız bir Türk devleti kurmak"tı. "Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce, Türk ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak yaşaması" temelidir. "Bu da ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla elde edilebilecek"ti. "Üstlenilen görevin asıl ruhu, tam bağımsızlık"tı. "Tam bağımsızlık, parasal, yargısal, ekonomik, askersel ve bunlar gibi her hususta tam bağımsızlık ve tam özgürlük"tü