ATATÜRK'TEN SONRAKİ DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ

Ulusal çağdaşlaşma sürecinin Atatürk'ten, 10 Kasım 1938'den sonraki döneminin ilk yedi yılı II. Dünya Savaşı'nın çalkantıları, etkileriyle geçmiştir. Bu dönemde gerçi devlet savaş dışında kalmış, fakat savaş ülke ekonomisini etkilemiş II. Sanayi Planı 'nın uygulamaya konmasını engellemiş, yatırımlar büyük ölçüde durmuştur.
Bu dönemin 1 950'ye kadar süren yıllarında çağdaşlaşma atılımları yönünden olumlu-olumsuz girişimler vardır.
Üretime dönük öğretime yönelinmiş, köy enstitüleri bu yıllarda kurulmuş, ilköğretimde yaygın bir gelişme sağlanmıştır. Dönemin eşitliğe yönelik bir büyük adımı 1945'te çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Yasası, ikinci büyük adımı da çok partili yaşama geçiş; üçüncü ve çok önemli bir adım da 27 Mayıs 1 960 ordu eyleminin sonucu, çoğulcu bir siyasal düzeni, kişinin ekonomik, toplumsal, siyasal haklarına işlerlik ve içerik kazandırmayı öngören 1961 Anayasası'nın yürürlüğe konmasıdır.
Gerçekte Türk devriminin önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1 O Kasım 1 938 'de ölümünden günümüze değin sürüp gelen ve bir bölümüyle henüz tarihsel nitelik kazanmamış, güncelliğini yitirmemiş olaylar içinde ele alınması gereken önemli gelişmeler, bu gelişmeler içinde de devrimi olumlu, olumsuz yönde etkileyen olgular vardır.
Üretime dönük eğitime geçilmiş, Köy Enstitüleri kurularak eğitimin yaygınlaştırılmasına girişilmiş, fakat bu devrimci atılım çok partili siyasal yaşamda etkinliğini kaybetmiştir. Çiftçiyi Topraklandırma Yasası çıkarılmış, bununla toprak dağılımındaki adaletsizlikler giderilmek istenmiş, fakat bu yasa bütünüyle ne uygulanabilmiş, ne de toprak reformu gerçekleştirilmiştir. Devrimin ulus oluşturulması, ekinin ulusallaştırılmasında yardımcı işlev üstlenen halkevleri bir siyasal partinin denetiminden alınarak ulusal devlet kuruluşu biçiminde sürdürülmesi gerekirken kapatılmış, bu kuruluşa çoğulcu dü:z;enin isterlerine yanıt verecek işlerlik kazandırılmamıştır.
Ulusal bir ekonomi yerine dışa bağımlı, Batı anamalcılığının etki ve denetiminde bir ekonomi ve sanayinin kurulmasına, bu bağımlılıkla genişlemesine olanak sağlamış; böylece ülke ekonomisi yeni sömürgeciliğe açılmıştır.
Laik eğitimi güçlendirici, laik bir toplum yaratıcı atılımlar büyük ölçüde unutulmuş, dinsel eğitim laik öğretim kurumlarını ve toplumu etkileyecek, denetimi altına alınacak olanaklara kavuşturulmuş; dinsel eğitim kuruluşları hem nicelik, hem nitelik yönünden ülke çapında örgütleştirilmiştir.
Bu gelişmeler, çoğulcu siyasal düzene geçişten sonra devrimci önder kadroların ve yöneticilerin yerini, tutucu ve geleneksel yapıyla, bu yapının güç odaklarıyla özdeşleşmiş yöndicilerin almalarından ve siyasal karar oluşturmada görev üstlenmelerinden doğmuştur.
l. Dünya Savaşı 'nın zorunlu olarak ara verdiği merkezi planlamaya dayalı ekonomik kalkınma ve sanayileşme yerine devletin desteğinde güçlenen, güçlendikçe de devletin ekonomik girişimlerini zayıflatan bir kalkınma yöntemi benimsenmiştir.
Atatürk'ün "halk devleti" kavramı ve "Halkçılık" ilkesi unutulmuş, anamalcı bir güçlenmeye olanak sağlanmıştır.
Halbuki çağdaşlaşmada ulusal birliğin sağlanmasından, otoritenin kurulmasından sonra en önemli konu hem ulusal birliğin, hem de otoritenin sürekliliğinin vazgeçilmez sorunu ve koşulu eşitliğin sağlanmasıdır.
Eşiti iğin içeriğinde şu önemli öğeler vardır:
a) Siyasal katılma; kişinin uyruk durumundan etken yurttaş durumuna gelmesi;
b) Yasalarla eşitliği sağlama; herkesi olanaklardan adalet ölçüleri içinde yararlandırma;
c) Kişilerin belirli yerlere gelmelerini, belirli yerlere atanmalarını yetenekleriyle orantılı kılma.
Siyasal sistemin alabilirliğiyle ilgili olarak şu özellikleri gözden geçirilmelidir:
a) Siyasal sistemin ne oranda istekleri karşılayabildiği; çözüm getirebildiği ve sonuç alabildiği üzerinde önemle durulması gereken bir konudur;
b) Aynca, alabilirlikten söz ederken bu sistemin ne oranda tüm topltmıu ve ekonomiyi etkilediğini hesaba katmak gerekliliği vardır;
c) Etkenlik, uygulamada haşan, siyasal sistemin alabilirliğinin değerlendirilmesi konusunda önemli bir ölçüdür. Bütün bu özelliklerin yanı sıra yönetimde ussallık, laik düşüncenin varlığı, siyasanın düzenlenmesinde laik kararların egemenliği siyasal sistemin alabilirliğini olumlu yönde etkileyen konulardır. Konuyu temeline indirgemek istemek, hükümetin üstlendiği işlerin kapsamı, ne kadar çok iş yapabildiği, yapılan işlerin bir bütünlük içinde yürütülmesi ve uygulamada etkenliği ve başarısı siyasal sistemin alabilirliğinin değerlendirilmesinde en önemli ölçütlerdir.
Kurumsal farklılaşma ve uzmanlaşmaya gidilmesi, fakat bütün bu farklılaşmanın ve uzmanlaşmanın bir bütünlük içinde yürütülmesi de çağdaş toplum olmanın bir ölçütüdür. Ancak, yalnız bu konuda değil, çağdaşlaşmayla ilgili öbür bazı konularla ilgili olan şu özelliği de göz önünde tutmak gerekir. Tarihsel, toplumsal, ekinsel ve yapısal farklılıklar ve çözülmesi gereken konu veya konuların karmaşıklığı nedeniyle, kimi kez ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, sonuç alınması gecikebilir. Çağdaşlaşan bir toplumda pek çok kurumsal değişme gözlemlenebilir. Ancak toplumsal değişme ne kadar özenle planlanırsa planlansın, bazı kurumsal değişmeler daha çabuk gerçekleşir, bazıları ise sürekli olarak gecikir. 
Çağdaş Türkiye'de ortaya çıkan huzursuzluğun temel bir nedeni de siyasal sistemin eşitlik sağlama doğrultusunda gelen istekleri yeterince karşılayamamasıdır. Kuşkusuz, Atatürk döneminde bu konuda bir ölçüde rahatlık olduğu gerçeğini düşünürken böyle hızlı ve yaygın istek durumunun henüz gündeme gelmemiş olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca uzmanlaşma, yetenek ve bilgi birikimi gerektirdiğinden eşitlik ilkesiyle uygulamada çelişki halindedir. Ancak bu da çağdaşlaşma akımının doğal bir durumu olarak değerlendirilmelidir.
Atatürk döneminde çağdaşlaşma atılımları sürerken henüz toplumdan, halktan, kitleden gelen örgüt istekleri
belirgin, yaygın değildi. Halk henüz bir siyasal bilinçlenmeye kavuşmamıştı. Bu nedenle önder kadro, devrim atılımlarına girişirken halktan gelen geniş kapsamlı isteklerin baskısıyla karşılaşmıyordu. Halk yararına pek çok atılımlar yapılmışsa da belirtilen bu nedenlerle oldukça bağmısız hareket etme olanakları da vardı. Ancak, özellikle 1 930 yıllarından sonra Atatürk ve onun devrimci kadrosunun temelde kendi gücümüze dayanan, yeni bağmılılıklar yaratmayan bir ekonomik kalkınma planı uygulamasına giriştiği ve eşitlik doğrultusunda anlamlı adımların atıldığı da bir gerçektir.
Devrimin Atatürk sonrası dönemindeki özetlenen bu gelişmeler devrim bilincinin zayıflamasına, giderek sönmesine, devrimci atılımların unutulmasına, pek çoğunun da ortadan kaldırılmasına yol açmıştır.
Atatürk devrimi, devrimin önderinin dilinde "Doğu'nun mazlum ulusları "nın uyanışına, sömürge durumundan kurtularak, bağımsızlaşmalarına örnek olacaktır. Atatürk devrimi bu uluslar ve toplumlar için bir çağrı, bir önermedir. Fakat pek çok bağımsızlaşma eylemi, 1 950 sonrasının dış siyasasında sömürgecilere karşı "asilik" olarak nitelendirilmiştir.
Türkiye'nin günümüzde "Üçüncü Dünya" olarak adlandırılan bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerden bir ölçüde kopukluğunun temelinde Atatürkçü dış siyasadan uzaklaşma, anamalcı, yayılmacı devletlerin siyasalarına bağlanpıa yatar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MADAM CORİNNE'E MEKTUBU

ATATÜRK'ÜN AMERİKALI KADIN GAZETECİ GLADİS BAKER'E VERDİĞİ MÜLÂKAT

Atatürk’ün Samsun’daki Evi